Nesnelerin¹ ve tümellerin² bilinebilir veya bilinemez olması hâlâ felsefenin başlıca tartışma konuları arasında olagelsin, bana göre ise aslında gerçek olan bilme eyleminin bilinemez oluşudur. Yani nesneleri bildiğini fark etmeme, başka bir deyişle bildiğini ifade edememe ve böylelikle de genel geçer bir bilginin olmaması. Bunun anlamını şöyle açıklayabiliriz belki; tümellerin ve olayların bilinebileceği, ama bu bilginin her zaman öznel olacağı ve ifade edilmeye çalışıldığında başkaları tarafından göreceli olarak anlaşılacağı ve asla orijinal bilgi sahibinin bilgisini başkalarına tam olarak aktaramayacağıdır.
Bilmenin olanaksızlığı değildir asıl olan, bilmek herkes için olanaklıdır ama bu her zaman özel ve öznel kalacaktır. Gerçek anlamda ifade edilemeyecek ve paylaşılamayacaktır. Tam bir paylaşımın olanaksız oluşu, insanların birbirinden farklı olmasından ve böylelikle olayları farklı algılamasından kaynaklanır. İfade edebilmek için sembol kullanmak gereklidir ve semboller kişiler tarafından farklı algılanırlar. Bu farklı algılamanın temelinde, farklı gelişim süreçleri, farklı zekalar, farklı DNAlar, farklı kişilik yapıları vardır. Anlık olarak incelediğimizde, bu farklı insanların çevreden edindiği algılarla oluşturduğu çağrışımlar da farklı olduğundan, sembole anlam biçme konusundaki yetenekleri de farklı olacaktır. İfade edilmeye kalkışılan bilgi orijinalliğini yitirecektir.
Bütün bunlar ışığında; bilginin asla nesnel olamayacağını ve asla herkes tarafından paylaşılıp, gerçek anlamda kavranamayacağını söylerim. Gerçek bilgi tam anlamıyla özneldir ve öyle kaldığı sürece ilk varlığından bir şey kaybetmez.
Bu yazıyı yaklaşık 20 yıl kadar önce karalamışım, demek o zamanlar başlamışım hafiften kafayı yemeye, felsefede o kadar çok görüş ve akım vardı ki, ben de bu görüşe ifade edilemezcilik demiştim. Belki epistemoloji³ içerisinde yer alması veya araştırılması gereken bir olgu olarak ta bakılabilir.
Açıklamalar
(1) Öznenin dışında kalan her konu, obje.
(2) Külli, tikel karşıtı.
(3) Bilgi kuramı bkz.
Dünyada milyarlarca insan yaşar. Ama hiç biri, aynı anda ölmez. Belki aynı saat, aynı dakikada ölebilir. Ama aynı anda değil. İnanmayan varsa denemesi bedava.
BEDAVA
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yagmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinamaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
Orhan Veli
Bir süredir bu konuyu düşünüyorum. Hiçbir insan aynı duyu organlarına sahip olmadığı gibi aynı beyinsel süreçlere de sahip değil. Her zaman bir ortalama üzerinde iletişim kuruluyor.
Ancak iletişimde bir başka boyut var ki, bu iletişimde özne nesnenin hal ve duyuş haline müthiş bir şekilde şahittir. Herhangi bir kopukluk olmadan bunu tam olarak bilir. Bu konuda Akaşa’ya bakmak gerekir. Her bilgiyi, alıcı kişinin alıcı organ ve sistemlerine göre otomatik çeviren sistem, bitki gibi beyin ve sinir sistemi olmayan canlılardan, amip gibi tek hücrelilere dek bilgiyi ve yaşama ait hissi birbirine çevirebilir.
Tüm canlılar için ortak olan bu sonsuz bilgi kaynağına sadece insan sırtını dönmüş ve “Ben bilmiyorum” illüzyonuna kapılıp bilgiyi dışardan toplamaya çalışmıştır. Bu nedenle de bilgiyi aklın aktarabileceği sembollerle öğrenmiş, depolamış ve aktarmıştır.
Akaşa ise canlı duygu bilgisini varlığın talep kapasitesine ve alıcı organının -beyin vs.- kapasitesine göre sunmuştur.
Eskiden söylendiği gibi yazı bulunduğu an, cehalet başlamıştır. Çünkü gerçek bilgi kaynağına giriş kapatılmıştır.